Pazarlık diye bir şey var sevgili okur. Çoğu insanın bu konuda iyi olmakla övündüğü bir şey bu ve maalesef ben bu işte de iyi değilim. Lügatimde pazarlık diye bir kavram yok. Çok param olduğundan, bu parayı nereye harcayacağımı bilmediğimden değil; pazarlığın bir nevi satıcı-alıcı arasında yalana dayalı gizli bir sözleşme olmasına benim tavrım. İzah etmeye geçmeden önce fikirlerini çok değerli bulduğum Bertrand Russell'ın, beni etkileyen kitabı Sorgulayan Denemeler (Sceptical Essays) adlı eserinden bir alıntı yapmama müsaade edin:
Sanki hiç kimse acı çekmedi, üzülmedi ne bileyim hayatında başına kötü şeyler gelmedi. bencilce facebook twitter gibi mecralarda aboovv acıma bak ne çok abaaav ölüyorum gibi yazıyorsunuz ya. inanın benim umrumda değil. sizin acılarınıza saygı duyuyorum, evet ama biraz mantıklı olun. sadece siz mi üzgünsünüz?
Durduk yere milletin başını şişirmeyi sevmem hatta nefret ederim
belki benim doğdugum gündeki gezegenlerin durumu ya da kimyasal yapım
böyle, bilmiyorum. Üzgün olmak ya da moralsiz olmak herzaman hiperaktif bi ruh haline sahip olamamak da güzel birşey. Kaybettiğinize bakıp "ne güzeldi " diyorsunuz. tabi bi daha böyle birşeyler olmaması da moralinizi pek fena bozuyor. Kısaca saçmaladığım şey, benim sevdiğim bi şarkı. Güzel fon oluyor böyle vakitlerde belki siz de fon yaparsınız arada.
Bir de pek böyle bahsetmeyi sevmem ama başımızdan talihsiz bir kaza geçti. Şu anda bu dünyada olmama ihtimalim pek yüksek olan bir kazadan arabanın sağlamlığı sonucu kurtuldum. Kaç arkadaşım burayı okuyor bilmiyorum ama beni arayan hal hatır soran herkes iyi ki var, iyi ki benim dostum. Çok klişe bi cümle olabilir ama gerçekten hayatınızın bi pamuk ipliğine bağlı olma durumu var.
Bu seferlik yırttık, bakalım sırada ne var.
Bazıları bozuk bir telefonla şehirler arası konuşuyor gibi,
ya da farklı şeyler çalşan iki kaseti dinlermiş gibi.
Bazen de gezengenler arası bir sessizlik var.
Hangisi kötü bilmiyorum.
İki insan aynı şeyleri hissediyorsa ne olsa fark etmez.
Efennim merhabalar. Siz hiç elinizde daha doğrusu alışveriş sepetinizde çivi tabancası, hızar (evet bildiğiniz hızar ama daha minyatür hali) bolca ve ebatça değişik tahta, saatçi tornavidası seti, maket bıçağı paketiyle kasaya giderken "lan bunlar ne? ne yapıcam lan ben hızarla" (sanki diğerleriyle çok mantıklı işler yapıyormuşum ya) sorusuyla kendinizi yakaladınız mı? ben yakaladım hem de ödemeye yaklaşık 1 dakika kala. Kredi kartı için saatli bomba gibi bi durumum var.
Yapı marketlerinde kendimi anlamsızca kaybediyorum. bunun en açık örneği eve hırsız girerse döverim diye aldığım gardolap askı sopası, olm çok boya işi var diye aldığım hava püskürtmeli boya aleti, tahta keserim diye (olaya gel) aldığım bi ton testere varyasyonları, çivi çakmak profesyonel bi iş aslında diye çeşit çeşit çekiç, arabada lazım olur diye çeşitli takım aletleri, saat tamir etmeye bulaşıp bi satçi tornavidası seti lazım derken olay şuralara bi yere beton atmak gerekirse diye su terazilerine kadar geldi.
-ne kadan mutlular ama değil mi?-
Bahçe bölümleriyse tam manasıyla kendimi kaybettiğim yer. 40 kuruşluk çiçeğe nasıl 5 milyon verdim adlı kitabı burda yazabilirim mesela. ama herbirşey yan yana olunca alışveriş psikolojisiyle balkonda küçük çapta sera kuracak kadar malzemeyi kapıp kendime minnak bi dünya kurasım geliyo da sonradan sığmam diye falan düşünüyorum işte orda bi sorun var onu da halledince yapıcam herhalde... evet...
-my precious-
Aslına bakarsan pek seviyorum gezinmeyi burada.hoş reyonların hepsini
gezince alışveriş arabasının içi pek saçma şeylerle doluyor ama olsun
bırakıp çıkarken onları içerde içimi gizli bir hüzün kaplıyor. Kurtulunması gereken bir bağımlılık olarak görmeyiz tabi bunu artık amerikan şekilli garajlı bahçeli bi ev alırsam marangozluğa tamamiyle başlamayı da düşünmekteyim isterseniz mobilyalar yaparım bak size valla lan.
-Eğer benim incelediğim testereyi ya da çim biçme makinasını falan siz
de inceleyip son kalanı almak isterseniz başınıza gelebilecek bazı şeyler-
İnsanın nasıl bi cins olduğunu anlamak için kahve tercihine bakmam
yeterli. Size de tavsiye ederim. Tabi sizi yanıltacak tercihlerde
bulunması da ihtimaller dahilinde ama kahvenin ye va muhabbet içeceğinin
(alkolsüzler) türüne ve ya isteniş şekline göre de bi klasman
yapabilirsinz. Mesela lokumlu, damla sakızlı türk kahvesi.. Küçük
detayların tüm konuyu değiştirdiğini bilen ve önem veren, işin genelinde
mükemmeliyetçi ve arada da küçük kaçamaklar yapan insan işte... Ya da
yapmazsınız canım bana ne ama size bi kahve biçimi söyleyeceğim ki
kendisi pek acayip.
Kendisi, "Fifilitre Kahve"
Abi
bi içecek bi ortamı bu kadar değiştirir. Normal oturuyorsunuz (lafa
gel) hiç bi numaranız muhabbetiniz yok herzamanki gibi sıkıcısınız. Ama
filitre kahve geldi, hop birden jazz dinlerim, lonc müzükden pek
hoşlanırım aslında. Hayatı bi pürüzsüz yani smooth yaşarımlar, her gün 5
belgesel bitirmeden çünkü artık programlar kafamı yoruyor o kadar
anlamsızlar. Yılda bir kez adı duyulmamış ama çeşitli entelikler
barındıran bir yöreye gitmeden duramam. Bi bakarsın herzman bira içen
adamı kavunlu mavunlu içinde pek acayipli bir kokteyl içtiğini belirtir.
Çok küçük nüanslarla büyük farklar yaratmalar falan. Yok buralardan
gidip bir sahaf açacağımlar. La olm sen ne anlarsın kitap satmaktan?! üç
günde batacan sonra borç ödemeye pidecide salata yapacan. Olmadı mı?
benim de içinde bulunduğum bazılarımız ise balıkçı kasabasına ama
bodruma falan ( benim tercihim ayvalık, balıkçı kasabasına bak )
yerleşirler. Git armutluya yerleş? Balıkçı kasabası sana nüfusun %99.9'u
emekli. Yok bodrumda bir evim var öhö möhö lannn.. olm işin gücün dalga
lan. işin gücün etiket lan. Hoş ben seni bilirim normalde böyle
değilsin sen. Ama filitre kahvenin sihiri bu. Kahveye de kızılmaz.
filitre olmasının özelliği, önemi bu ortama anlamsız entellik getirmesi.
Bir de filitre kahve candır yav.
-
Şu filmlerdeki kocaman kahve bardağı ile pencereden yağmuru izleyen kız
portresi vardır ya hani. Hah ordaki kahve bardağını buldum hacı.
Kendisi ile 4kişilik bir aileye çorba bile yapabilirsin. -kendisi yarım
litreden fazla sıvı ihtiva ediyor- o derece yani! -