Son Dakika!

biz bi' ara üşenmeyip harekete geçebilirsek bir şeyler bir şeyler yapacaz bloga. kaming suun.

27 Eylül 2010 Pazartesi

Mızıkam var çalamı - yorum

Sevgili hacılar ben bi işe giriştim o da "mızıka". "nerden çıktı mızıka" derseniz de askere vietnama falan gidersem çalarım diye. Lakin yurdum olan memphisden uzakta olup sevdiceğimden de ayrı olunca - e gitar da biraz büyük - mobilitesi yüksek olan ve çalması kolay olan bir müzik aletine yöneldim, yöneli - yorum. Bu yazı serisinde asıl amaç bir ensturmanı öğrenirken ne kadar şoparlaşıp ne kadar maymun olduğumu sizlerle paylaşmak ve bundan yaklaşık 1 yıl sonra da "olm çok havalı biçimde çalıyorum lan artık" demek. Ama en fazla gülnihalı çalıp mızıkayı bitirdim ben olm seviyesine de gelebilirim. bu sebeple aslında tehlikeli... Du bakalım neler olacak birlikte göreceğiz.
bu işe başlarken tabi en başta bir mızıkaya sahip olmanız gerekmekte - ama olmadan da laylon tarağa sarılmış falım sakız jelatini de aynı işlevi görüyor, bu da ayrı bir yazı konusudur - size sunulan markalar arasından herkeslerin kullanıp tonunu sevdiği ne sizinde ilk görüşte budur olm diyeceğiniz bir mızıka seçmelisiniz ben marine band clasic aldım ki bu genel ilk ve orta seviye için ideal fiyatlara gelirsek de ben bu edevatı 23 tl gibi bir fiyatla buldum, internetden soracak olursanız size 40 bilyon civarı bir şey diyorlar. ama dışarı çıkın gidin sorun araştırın pazarlık edin. Edevatım da örnek 1.a ve 1.b olarak aşşağıdadır.


fotoğraf 1.a


fotoğraf 1.b


Şimdilik bir mızıkamız oldu. E bidrde bunu çalmak gerekecek. ama isterseniz dekoratif olarak da evde tutabilirsiniz, siz bilirsiniz. Ben bi iki daha üfleyip netden de bi kaç .pdf* bulup çalışayım lakin okuldan atılırsak askere vietnama gidiyoruk, atılmazsam da yaz tatilimde oyalanacağım alet olsun işte(yaz tatili, evet doğru duydun. Benim tatilim yeni başlıyor hacı... ha sen okuldaydın değil mi? pardon canım. - güneş kremi! kum! havlu! havuz! nıhahahaha! nasıl da canın çekti değil mi-) neysem efennim daha fazla küfretmemeniz için sustum. hadi ben arıyorum pdf. falan bulursanız bana haber edin ya da siz de mızıka alın çalın ne diyeyim. hadi bay

* .pdf; Adobe Reader adlı programın dosya uzantısı, genelde internetde klavuzlar kitapları yaygın bi biçimde bu formatta bulabilirsiniz.

21 Eylül 2010 Salı

almancıdan önce alman olmak, hans olmak, das olmak

hacılar naber evvela size güney sahillerimizden selam getirdim. çok sıcak sulu ve kumlu biraz da havuzlu güneş yağlı falan. tatile çıkamayıp son anda tatile çıkan ben için bunlar alışıldık şeyler güneş yağı falan havuz açık büfe sınırsız bira olsun. neysem efennim sonuç olarak gene geldik buraya ve size tabiki gözlemlerimi anlatacağım çünkü bizim blogumuzun girişinde tabelada yazar bu kurallar. personel girişinde efennim o yüzden sadece viktor bey ve peynir olarak ben görebiliyorum ondan nerde lan bu diye sayfayı sağa sola yukarı aşşa oynatmayın. öhöm neysem kuraldan bahsetmişken o kuraldır ki durduk yere tespit yap olmadık yerlerde gözlem yaptır efennim çünkü blogun bel kemiği tespittir. allah için tespit olmasa biz nasıl ekmek yieceğiz bu işten değilm mi amma.
konumuza gelirsek efennim işte gördüklerim;
(bilemedim burda yıldız mı koyayım numero mu koyayım madde madde sıralarken siz her bir işareti bir madde olarak alın ifinnim)

- alman tabağa bakar.
efennim yemek saatleri içerisinde bir almanın yanında bulunursanız veyahut bir bira aldığınızda ya da bi su alman size bakar kuraldır bu. mesela kardeşiniz gayet açık büfeye aykırı bi yemek olarak tavuk sote aldım yiyorum. hacı ordan alman bi bakıyor das das das das diye mavi gözleriyle nazar değecek diye korkuyorum ve başıma geliyor çataldan düşen tavuk parçasını fark etmeyen ben boş çatalı yiyorum efennim.

- biraya bira deme
efennim bu acayip süper birşey şöyleki; benim gibi bir bünyeye havuz kenarında olsun denizin dibinde bira içme, alkol tüketme gibi bi imkan verirseniz dibine dara ekerim. lakin yaptığım hesaplara göre tükettiğim alkolden nerdeyse otel parasını çıkarttım sayılır. hemen denizin havuzun dibinde olduğumdan da bi suya girip çıkıyorum hoba baştan başlıyoruz hem güzel kafaylada havuza girmek güzel oluyor efennim.

-animatörler!
olm bu adamlar acayipler. öyle böyle değil. mesela en basitinden havuz kenarında aktivite olur değil mi geliyorlar aga böyle acayip şakaları kaldıracak adam tipinde olanları ıslatıp havuza atıyorlar. oldu mu sana aktivite. bide bunların havuz kenarı dansı var aaboooo. her sabah saat 9da tüm animatörler andımızı okur gibi istiklal marşı okur gibi hadisenin tüm sek sek sek şarkısı eşliğinde dans ediyor kıvırta kıvırta hemde.

-animatörden kaçma!
animatörden kaçma derken korkunla yüzleş demiyorum kaç sen en iyi yöntem bu. en birinci yöntem uyumak. uyuyunca kaçıyorlar hacı ama seni uyandıracak kadar da gürültü yapıyorlar ondan bi kulaklık varsa yanında ve mp3 player varsa hayatını kurtarıyor. iş bu nedenle mp3 playerime ayrıca teşekkür borçluyum.

-şezlog kap
havluyu şejlog üzerine koymak suretiyle kapıyorsunuz bunu hacılar. bilirsiniz sabahın saat altısında ellerinde havlularıyla tim şeklinde insan akını olur denize olsun havuza olsun. ama bizim kaldığımız yerde böyle bir şeye gerenk kalmadı insan gibi bi saatte uyanıp yer bulabildim. o yüzden bu maddeyi geçiyorum

-garsonla anlaşma
kompozit bir yapıda olduğundan otel ifindim fazlasıyla insan geliyor tabi her türlü milletten rusu olsun almanı olsun ispanyolu ingilizi kongolusu falan ondan garsonlarda bu oranda dağılmış bir şekilde. benim genelde rastladığım ari alman gibi gözüken bir rus arkadaş idi. kendisine ne zaman rastlasam rakı istedim. raki dediği için acayip güzel oldu çok da güzel oldu bende kebab ile tamamlayıp comboladım. raki kebab türkiş kelimelerinide bi yabancıdan canlı olarak duymuş oldum, çok heyecanlıydı.

-açık büfe açgözlülüğü
efennim gördüğüm kadarıyla bu edevata alman ve ruslar daha çok rabet ediyor. babaların tabaklar maşallah. şimdi diyeceksiniz ki alsın hacı saane adam orda gene bişiriyo sana gene gelecek. dostlarım konu aslında bu değil, konu şu; bi alman ya da rus olduğunu sandığım kişi tabağına 17 köfte alıp da kaçıyorsa ben bunu yazarım arkadaş. burdan da seslenirim hey sen alman ya da rus kılıklı gibi olan arkadaş. olm bizede kalsın lan tamam daha bişiyor da öyle hepside alınmaz lan bi iki tane bıraksaydın en azından beklerken yerdik orda.

-oda temizliği
efennim kapınıza kartınızı taktığınızda odayı temizletmek istediğinizi ya da ters astığınızda da rahat bırakılıp rahatsız edilmemek istedğinizi söylüyorsunuz. odayı temizlettiğinizde bi tedirginlik oluyor içinizde eğer siz odadayken temizlemeye geldilerse. nerdeyse süpürgeyi bana ver de bari bende burayı süpüreyim diyecek raddeye geliyorsunuz ondan oda dışında kalın temizlik olduğunda.

şincilik bu gaddar hacılar daha devam edecek bu maddeler. sonunda ne işimize yarayacak bilmiyorum ama bi köşede dursunlar yani . iyi olur

17 Eylül 2010 Cuma

Avrupa'da Böyle Bir Şey Yok!..

İster kabul edin ister etmeyin, memlekette Avrupalı Türk ya da en bilinen tür ismiyle Almancı gerçeği var. Evlerden ırak.

9 Eylül 2010 Perşembe

Kızılay'da Bir Bar...

"yalnızlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz ve yalnızlar zehir dolu. ben yalnızlık duygusu nedir bilmem. bir odanın kapısını kapatıp yalnız kalmak hayatımın en güzel şeylerinden biri olmuştur." - charles bukowski


"yalnızlık aciziyet değil, yaşamasını bilene armağandır."

hayatımın en güzel anlarını kızılay'da yaşadım ben. onyediydim ankara'ya ilk geldiğimde, yirmi falandım karşılığı olmadığını bile bile birini sevdiğimde.

internet bağlantısı bile olmayan bir bilgisayardı, aynı evde yaşadığım insanların bile göremediği zamanlarda, beni en çok gören ve odamın kapısı hep kapalı. sigara, kahve, bilgisayar ve alkol tiryakiliğimin miladı.

iki sene, tam iki sene, sevmediğim şehirde yaşamak; ağzımda yılmaz erdoğan'dan "öyle deme ankara'yı sevmeyene bir zulümdür; bu kadar insanın neden ankara'yı sevdiğini anlamadan, ankara'da yaşamak" dizeleri. ablamın ağzından dökülen "arkadaşın yok diye sevmiyorsun" tespiti.

sonra bir gün, kapısından defalarca dönülen bir kafe, girsem mi kapıdan tereddüdü, kafeye giriş, aslında yepyeni br hayata geçiş. onlarca insan bir masa etrafında. bense masanın en ucunda, sigara üstüne sigara.

şimdilerde beni tanıyanlar bilmez o zamanlarımı. bildikleri sadece her şeyin o kafede başladığı, o kafeye girdikten sonra çok değişen bir ben tanıdıkları.

doğru ya, kızılay'dan başlamıştım anlatmaya, gereği yok konuyu bu denli eskiye götürüp dağıtmaya.

solo toplaşmalarımız vardı bizim. kalabalık bir masada başlayan, konuşan, anlatan, kahkaha atan. biz içerdik. kimi metroya yetişmeliydi, kimi otobüse binmeliydi, kiminin annesi evde beklerdi gitmeliydi. konuşan giderdi. anlatan giderdi. kahkaha atan giderdi. biz içmeye devam ederdik. konuşan olmazdı, anlatan yoktu, haliyle kahkaha atmamıza sebep de yoktu. içerdik. biz içkiyi susmak için içerdik. ben sustukça o susardı. aslında biz görünürde susardık. bilirdik o an fırtına kopuyordu aslında içimizde. fırtına dindiğinde biz ağlardık.

çok şey için ağlamış olabilirim. ama hiçbiri aklımda değil şimdi.

hafızama kazınmış bir sebep var: ben en çok bir gün gelecek ve ankara'dan ayrılacağım için ağlamıştım, solo'da, kızılay'da bir bar.

1 Eylül 2010 Çarşamba

Bir Şey Anlatıyorum, Dur Kesme Sözümü!

Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.

Okuyan da yok, günde en az bir kere uğramadan yapamayan da... Ben bir şey anlatıyorum ve ben okuyorum; zaman zaman yakın çevremden üç-beş kişi okuyor. Burada tek ayıp sevgili Erdem'e (krmpynr) yapılmıştır, onun bu değişiklikten haberi bile yok. :)

Uzun lafın kısası, geçtiğimiz ocak ayında Kemiksiz Lop Kahkaha adı ile ucundan bulaştığım blog dünyasında bundan sonra böyle devam edeceğim. Olur da bir gün biri okursa bu blogu, haberi olsun.

Üperim yanacıklarınızdan!